Bakteri Nedir – Bakteri çeşitleri
Bakteriler birhücreli en küçük canlılardır. Küçüklüklerine rağmen birçok hastalığa neden olan bakteriler, insanın en güçlü düşmanlarıdır. Her insan yaşamını vücudunun içinde ve dışında bulunan milyonlarca bakteri ile birlikte sürdürür. Bu yazıda hastalığa ya da ölüme yol açan bu mikroskopik canlıların, insanı nasıl hastalandırdıkları ve insanların bakterilere karşı savaşta sağladıkları en yeni olanaklar anlatılmaktadır.
Bakterilerin keşfi ve insanlarda görülen birçok hastalığın bunlar tarafından oluşturulduklarının anlaşılması, tıp tarihinin en önemli buluşlarından biridir. Küçük varlıkların yeterli bir şekilde incelenmesini olanaklı kılan mikroskopların icat edilmesi, bakterilerin keşfine yol açmıştır. Uzun bir süre bütün hastalıkların etkeninin bakteriler olduğu kabul edilmiştir, öyle ki, vitamin eksikliğinden ileri gelen bazı hastalıkların etkeninin bakteriler olmadığının anlaşılması için, uzun bir sürenin geçmesi gerekmiştir. Bugün bakterilerin hastalıklara yol açma açısından oynadıkları rol kesinlikle bilinmektedir. Antibiyotiklerin keşfi, bakteri kökenli hastalıkların etkenleriyle başarılı şekilde savaşılabilmesini sağlamıştır. Bazı bakterilerden de antibiyotiklerin elde edilmesinde yararlanılmaktadır.
Bakteriyolojinin geçmişi
Bakterileri ilk olarak 1676’da Antonie Van Leeu- wenhoek görmüştür. Boş zamanlarında yaptığı çalışmalarla mikroskopu bulan bu HollandalI tüccar, bir su damlasında gördüğü bakterileri «küçük hayvanlar» olarak adlandırmıştı. Bir süre sonra vebalı bir hastada yine böyle ilkel bir mikroskopla bakteriler görülebi Imişti.
Bu buluşları izleyen yüzyıl süresince bakteriyoloji alanında pek az gelişme görüldü. Çürümeğe bırakılan bir organik maddenin içinde üreyen organizmaların kökeni konusunda tartışmalar başladı. Bazı araştırıcılar bakterilerin atmosferde ve her yerde bulunduğunu, elverişli ortam bulunca buraya yerleşip geliştiklerini ileri sürdüler. Buna karşılık bakterilerin çürüyen maddeler içinde «kendiliğinden oluştuklarını» ileri sürenler oldu. Pasteur yaptığı bir deneyle bu tartışmaya son verdi. Bakterilerin kendiliklerinden oluşmadığını gösterdi. Böylece bakterilerin sadece hastalıklı ve çürümekte olan maddeler içinde değil, dış çevrede de bulunduğu kabul edildi. Pasteur, Robert Koch ve Paul Ehrlich bakterilerle savaşta uygulanacak ilkeleri saptadılar.
Ehrlich kemoterapi alanında çalışarak bakteri enfeksiyonlarında kullanılacak ilk tedavi yöntemini belirledi. Arsenikten oluşturulmuş olan bir ilâçla frengiyi iyileştirmeğe çalıştı. Bu ilâç 1945’te penisilinin keşfine dek kullanıldı. Ehrlich günün birinde hastaya zarar vermeden vücudunda bulunan mikropları öldürecek «sihirli kurşunların» keşfedileceğini sezmişti. 1935’te sulfamitlerin, kısa bir süre sonra da antibiyotiklerin bulunması Ehrlich’in bu inancını doğruladı.
Bakteriyoloji ile salgın hastalıklar bilimi (epide- miyoloji) bir arada gelişmişlerdir. Salgın hastalıklar alanında Robert Koch öncülük etmiştir. Koch’un düşünce ve görüşleri, bugün hâlâ bu alandaki ana ilkeleri meydana getirmektedir. Günümüzde bakteriyoloji uzmanları hastanelerde besinlerle ilgili iş yerlerinde ve bulaşıcı hastalıkların salgınlarında çevrenin çeşitli niteliklerini saptamaya önem vermektedirler. Bakteriyolojiden ayrılarak bağımsız bir bilim dalı niteliğini kazanmış olan salgın hastalıklar bilimi, günümüzde kanser, kalp hastalıkları, akıl
hastalıkları ve trafik kazaları gibi değişik alanlarda yapılan incelemelerde yararlı olmaktadır. Koch, Pasteur ve öğrencileri bakteriler hakkında yeterli bilgi sahibi oldukları için bu bilim dalının gelişimini sağlamışlardır. Bu bilginlerden önce XVI. yüzyılda yaşamış olan Fracastoro, bulaşıcı hastalıkların yayılış yöntemlerini tanımlamış ve bulaşmada cansız nesnelerin oynadıkları rolün önemini kavramıştı.
Bakteriyoloji, kısa bir süre içinde çeşitli bilim dallarını doğurmuştur. Van Leeuwenhoek bakteri hücresinin incelenmesini konu edinen temel bakteriyolojinin kurucusu sayılır. Pasteur ve Koch ise, bugün salgın hastalıkların teşhis ve tedavisi, halk ve hastane sağlığının epidemiyolojik niteliklerinin saptanması, cerrahîde kullanılan mikroptan arınmış (steril) aygıtların sağlanması gibi konuları kapsayan tıbbî bakteriyolojinin öncüleridir.
Hücrenin bölümleri
Canlıları bitki ve hayvan olarak iki ana bölüme ayıran nitelikler, tek ya da çok hücreli ilkel canlılarda bile görülebilir. Ama bakterilerde durum değişiktir. Bunlar ne bitki ne de hayvan olarak nitelenebilir. Bakteriler, virüsler ve riketsiyalar dışında en ilkel yaratıklardır. Bir bakteri, kendi türünde ortak nitelikleri olan tek bir hücreden meydana gelir. Bakteriler bazen birbirleriyle ilişki kurarak zincirler ya da kümeler oluştururlarsa da, bu durum tek hücreli olma niteliklerini yitirmez. Bakteriyolojinin tarihsel gelişiminin incelenmesi, bunların sadece mikroskopla görülebildiklerini doğrular. Ancak, laboratuvarlarda yapay ortamlarda bakteri üretilmesi ile oluşturulan bakteri kolonileri birkaç milimetre boyunda olup gözle seçilebilirler. Elverişli ortamda çok hızlı çoğalabilen bakteriler, birkaç saat içinde geniş bir alanı kaplayabilirler. Fakat, çevrelerindeki besinler tükenince bu hızlı gelişme ve çoğalma yavaşlar. Hızlı üreme hücrenin ortadan ikiye bölünmesiyle gerçekleşir. Buna vejetatif üreme adı verilir. Bazı bakteri türleri spor adı verilen kabukla kaplı bir duruma dönüşebilir. Sporlaşma bir üreme biçiminden çok, bir korunma yöntemidir.
Bakterilerin dış zarları serttir. Bu sertlik, bakterilerin çeşitli türlerine özgü biçimlerin oluşumunu sağlar. Çubuk, yuvar vb. biçimlerde bakteriler vardır. Bu sert zar soyulunca geriye kalan protoplast bölümü daima yuvar biçimini alır. Protoplast hayatını sürdürebilirse de üreyemez. Bakteri ortadan bölünerek çoğaldığı zaman hücre zarı, içeriye doğru büyür ve bakteri hücresini iki eşit bölüme ayırır. Bölünme için gerekli olan hücre zarının yapımını engelleyen penisilin gibi antibiyotikler, bakterilerle savaşta en etken silâhtır.
Hücre zarı içinde fiziksel direnci daha az olan ikinci bir zar vardır. Bu zara sitoplazma zarı denir. Bu zarda çeşitli enzimler bulunur. Sitoplazma su ve başka besin maddelerinin hücre içine giriş ve çıkışlarını da düzenler. Bu iki zarın sınırladığı alanda birçok yapıları içeren ve ¡el durumunda olan yumuşak bir protoplazma kitlesi yer alır. Bu hücre içi yapılardan ribozomlar enzimleri ve diğer proteinleri üretirler. Mezozomlar ise hücre duvarı ve spor yapımını sağlarlar.
Hayvanlarda hücrenin içinde, çevresinde başka bir zar bulunan bir çekirdek bulunur. Bakterilerde hücrenin işlemlerini düzenleyen ve üreme sırasında niteliklerin kalıtımsal aktarılmalarını sağlayan çekirdek maddeleri bulunmakla beraber, bu maddeleri çevreleyen belirli bir çekirdek zarı yoktur. Bu tür hücreye prokaryotik, zarı ve belirli bir çekirdeği olan hücreye de ökaryotik denir.
Bu yapılar yanında sitoplazmada bazı tanecikler ve hücrenin dışında, hücrenin korunmasını ve hareket edebilmesini sağlayan yapılar da bulunabilir. Tanecikler (granüller) sürekli olarak görülmez. Bunların ancak çevrede yeterli besin bulunduğu zaman görülmesi, besin deposu oldukları görüşünün ileri sürülmesine yol açmıştır. Taneciklerin değişik nitelikleri çeşitli bakterilerin tanınmasını sağlar, örneğin difteri basilinde volutin tanecikleri bulunur; bu taneciklerin özel bir boya ile boyanabilmesi görülen bakterinin difteri basili olduğunu gösterir.
Birçok bakterinin hücresini jelâtinimsi bir kabuk çevreler; buna kapsül denir. Bu kapsül karmaşık bazı karbonhidratlarla suyun birleşmesinden oluşmuştur. Kapsül bakterinin insana zarar veren bir bölümü değildir. Birçok zararsız mikrobun da kapsülü vardır. Bakteriyoloji uzmanları, çeşitli kapsüllerin kimyasal yapılarının farklı olması nedeniyle, bunlara karşı oluşan bağışıklık cisimlerini saptayarak insandaki enfeksiyonun nedenini ortaya çıkarabilirler. Kapsülü olan hücrelerden birçoğu, kimyasal açıdan kapsülünkine benzeyen bir salgı da salgılarlar. Bu salgının kimyasal açıdan mukusunkine benzer bir yapısı vardır. Bu salgı da, bakterinin tanınmasını sağlayan ipuçlarından birini meydana getirir.
Kuyruklu bakteriler
Bir bakterinin akışkan bir ortamda hareket edebilmesi, onun yaşama gücünü çoğaltır ve hastalığa yol açma yeteneğini artırır. Sarmal biçimli spiroketler dışında bütün oynak bakterilerin ince bir kuyruğu andıran uzantıları vardır. Bu uzantıya kamçı (flagellum) denir. Kamçı, genellikle hücreden daha uzun olup yay şeklinde büklümler meydana getirir. Bakterilerin kamçıları basit boyama yöntemleri kullanıldığı zaman görülemeyecek kadar incedir. Bunların belirli bir duruma getirilmesi için gümüş boyalarından yararlanılır. Kamçı, üstünde biriken gümüş boyası nedeniyle kalınlaşarak mikroskopta görülebilir. Bakterinin hareket ettiğinin görülmesi de kamçının varlığını dolaylı bir şekilde ortaya koyar. Asılı damlalar içinde incelendiğinde bakterilerin hareket ettikleri daha iyi izlenir.
Bazı bakteri türlerinde fimbrial denen uzantılar vardır. Bu uzantılara sahip olan bakteriler arasında çürükçül (saprofit) ve asalak bakteriler de bulunur. Ayrıca hareket edemeyen bazı bakterilerde de aynı uzantılar vardır. Bu uzantıların hareket sağlamaktan çok, bakterilerinin besin yüzeyine tutunmasını sağlama açısından yararlı oldukları sanılmaktadır. Bir bakteri hücresinde yüzlerce fimbrial bulunabilmesine karşılık, kalıtımsal niteliklerin bir hücreden diğerine aktarılmasına yarayan cinsel fimbrial adı verilen uzantıdan, sadece birkaç tane bulunur.
Elverişsiz ortam koşullarında bazı bakteri türleri, endospor adiyle de anılan sporları meydana getirirler. Sporun az su içeren dış kabuğunda metabolizma yavaşlamıştır. Spor, kabuğun yardımıyle, bakterinin ölümüne yol açabilecek ortam koşullarına bile dayanıklı olur. Uzun yıllar uykuya yatabilen bir spor, elverişli bir ortama kavuştuğu zaman yeniden normal yaşantısına başlayabilir. Bu nedenle sporların, örneğin tetanos gibi kimi enfeksiyonların yayılmasında önemli rol oynadıkları kabul edilmektedir.
Bakteri cinsleri
Temel bakteriyolojinin en önemli sorunlarından biri de bakterilerin sınıflandırılmasıdır. Bu alanda girişilen çabaları güçleştiren etkenler arasında, antibiyotiklere karşı direnç kazanan mikroplarda görüldüğü gibi, birçok bakterinin özelliklerini zamanla değiştirmesi de yer alır. Bu güçlüklere rağmen belirli bir sınıflandırma yöntemi saptanıp uygulanmıştır. Bakterilerin Gram boyası denilen mor renkli bir boya ile boyandıktan sonra, alkolle karşılaşınca boyalarını yitirip yitirmemeleri sınıflandırmanın ilk aşamasıdır. Bu tur bir işlem karşısında Gram boyasını yitirenlere Gram-negatif, yitirmeyenlere de Gram-pozitif bakteriler adı verilir. Bakterilerin boyanması bunların tek hücreler halinde mi, yoksa kümeler ya da zincirler halinde mi bulunduklarının incelenebilmesini de sağlar.
Başka bir boyama yöntemi bakterilerin aside dirençli olup olmadığını ortaya çıkarır. Bu yöntemde boyanan bakterinin boyasının asitle çıkarılıp çıkarılamaması incelenir. Bakterilerin oksijensiz bir ortamda gelişip gelişmeyeceklerinin saptanması da ayrı bir yöntemdir. Gelişmeleri için oksijenin varlığı gerekli bakterilere zorunlu aerob, oksijenli ortamları sevdiği halde gereğinde oksijensiz de gelişebilenlere geçici aerob, oksijensiz ortamlarda gelişebilenlere anaerob bakteriler denir. Bakteriler gelişmiş ve ilkel olarak iki ana sınıfa ayrılır. Sayıları az olan ve hastalıkların oluşumu açısından önemleri bulunmayan gelişmiş bakterilerden, antibiyotiklerin elde edilişinde yararlanılır. Bu bakterilere gelişmiş denmesinin ana nedeni, diğer bakterilerden farklı olarak, mantarlarınkine benzeyen, uzantılardan oluşmuş bir ipliksi hücreler kütlesini (miselyum) meydana getirebilmeleridir. Bu bakterilerin, meydana getirdikleri topluluklar içinde belirli bir işbölümü yapabilmeleri de, onları az gelişmiş bakterilerden ayıran bir özelliktir. İnsanlarda hastalığa yol açan bakterilerin hemen hepsi, evrim açısından daha ilkel olup, koloni meydana getirseler bile bağımsızlıklarını koruyan bakterilerdir.
İlkel bakteriler tek hücrelidirler ve kılıflı iplikler halinde gelişmezler. Bunlar biçimlerine göre beş ana takıma ayrılırlar. Yuvar biçiminde olanlara kok, düz çubuk biçimlilerine basil, eğri çubuğu andıranlara vibriyo, yaya benzeyenlere spirilla, ince dalgalı iplikçiklere benzeyenlere de spiroket denir.
Her takımın içindeki türler, ortak özelliklerine bakılarak gruplar halinde birleştirilir. Koklar Gram boyası tutabilme yeteneklerine ve meydana getirdikleri kümelerin görüntülerine göre yedi gruba ayrılırlar. İlk grubu meydana getiren stafilokoklar üzüm salkımlarını andıran Gram-pozitif bakteri kümeleridir. Bunlar apse, çıban gibi, birçok yumuşak doku enfeksiyonuna yol açabilirler. Streptokoklar, zincirler şeklinde kümeler meydana’getiren Gram-pozitif bakterilerdir ve bademcik yangılarına, endokardite yol acarlar. Diplokoklar ikişer ikişer dizilen Gram- pozitif mikroplardır. Neisseriae ise, ikişer ikişer dizilmeleri açısından diplokoklara benzeyen, ama hücrelerinin biraz daha uzun olması açısından onlardan ayrılan Gram-negatif mikroplardır; belso- ğukluğu hastalığına yol açan bakteri, bu tür bir bakteridir. Gaffkyae dörtlü gruplar meydana getiren; Sarcinae birbirine dikey üç yönde bölünerek dörtlü hücre grupları oluşturan; Veillonellae ise koklardan daha küçük boyutlu olup düzensiz kümeler halinde bir arada bulunan bakterilerdir.
Basillerin sınıflandırılması biraz daha karışıktır. Bunlar aside dirençli; Gram-negatif ve aside dirençsiz; Gram-pozitif ve aside dirençli basiller olarak üç ana gruba ayrılırlar. Son grup spor meydana getiren ve getirmeyen aside dirençli bakteriler olarak ikiye ayrılır. Spor meydana getirenler de aerob ve anaerob olarak daha alt bölümlere ayrılırlar. Basillerin çoğu hastalık etkenidir, örneğin Mycobacterium verem etkenidir; dizanteri, besin zehirlenmesi, sidik torbası yangısı gibi hastalıklara yol açan bakteriler de basildir, önemli bir bakteri olan Clostridium, da çeşitli hastalıklara yol açar.
Vibriyo ve spirilla grupları sadece birer cins bakteri içerirler. Her cinsin birçok türü vardır. Kolera hastalığının etkeni bir vibriyodur.
Spiroketlerin üç önemli cinsi vardır. Bunlardan Borrelia cinsi bademcikte ve ağızda Vincent anjinine yol açar. Treponemata cinsinin bir türü frengi etkenidir. Sıçan gibi kemiricilerle yayılan Leptospirae cinsi de karaciğerde yangı yapan leptospirosis hastalığına sebep olur.
Bu sınıflama ilk bakışta sadece bilimsel açıdan ilginç görülebilir. Oysa, bakteriyolojinin günümüze dek gelişmesi ve bakterilerle savaşma olanağını sağlayan bilgileri sağlaması, ancak böyle bir sınıflandırma ile gerçekleşebilmiştir. Bakterilerin insanları etkileme yöntemleri ve yol açtıkları hastalıklar da tıbbî bakteriyoloji de bakterilerin sınıflandırılması için kullanılan ölçütler arasında yer alır.
Ancak, belirli bir yolla, yaralardan geçerek insana bulaşan bir bakteriyi boyanma ve biçimsel nitelikleri farklı olan, fakat aynı bulaşma özelliğini gösteren başka bir bakteri ile aynı gruba sokmak tartışma ve itirazlara yol açmaktadır. Bu nedenle daha çok yukarıda belirtilen ilkelere dayanan sınıflandırma yolları benimsenmektedir.
Bakteriler vücuda giriyor
Hayvanlardan insanlara bulaşan enfeksiyonlara zoonoz denir. Malta humması, şarbon ve veba zoonoz örnekleridir. Bir hastalığın insanlardan yayılması hastalığın yerine göre değişir. Bazı bakteri enfeksiyonlarına zehirlenme adı verilebilir. Örneğin botülizm, besinlerde bulunan bakteriler öldükten sonra geride kalan zehirlerin yol açtığı bir hastalıktır. Difteri ve tetanosta da bakteriler vücutta dağılmazlar, ama güçlü zehirlerini salgılayarak, bu zehirlerin kan dolaşımı ile vücutta yayılması sonucu insana zarar verirler.
Bakteri bazen vücutta yıllarca zararsız olarak bekledikten sonra, bakteri konak ilişkilerinin değişmesi, direncin azalması sonucu zararlı olmaya başlayabilir. Örneğin Streptococcus viridans normal olarak insanların ağızlarında bulunabilen bir mikroptur. Bu mikrop bazı koşullarda kalp hocalıklarına yol açabilir. Aynı şekilde, bağırsaklarda zararsızca yaşayan bazı bakteriler sidik torbası yangılarına yol açabilirler. Hastalıklar daha çok etkenin bir insan, bir hayvan, ya da cansız bir .aracı tarafından vücuda getirilmesi sonucu oluşur. Bakteriyi taşıyan canlı, bulaştırdığı bu bakteriden rahatsız ol-) mayabilir. Bu mikrop onda herhangi bir bozukluğa, hastalığa yol açmayabilir.
Eğer bir hasta çevresine çok sayıda mikrop saçmaktaysa, bu çevrede bu hastalığa yakalanacakların sayısı fazla olacaktır. Bu yayılma mutlaka hastalığın en alevli evresinde gerçekleşmez. Örneğin boğmacada hastalar, hastalığın erken devrelerinde çevrelerine mikrobu yayabilme açısından çok tehlikeli oldukları halde, boğmaca nöbetleri başlayınca bu tehlike büyük çapta azalmış olur.
Bakterilerin vücuda giriş yolları da bunlara hastalığa yol açıp açmayacaklarını belirleyen bir etkendir. Örneğin gonokoklar ancak üretim-boşaltım sistemi yolu ile ve gözün sümükse! zarı aracılığı ile bulaşırlarsa belsoğukluğuna yol açarlar. Bazı bakteriler de çeşitli alanlarda hastalığa yol açabilirler, örneğin stafilokoklar insanın burun boşluğunda zararsız bir şekilde yaşayabildikleri gibi, deride çıbanlara ve impetigo denilen yangılara, kemiklerde osteomiyelit denen yangılara ve septisemiye yol açabilirler. Şarbon bir bakterinin vücuda giriş yolunun önemini gösteren güzel bir örnektir. Bu hastalığın etkeni eğer bir deri sıyrığından bulaşmışsa, ciddî ancak yerel bir enfeksiyon oluşur. Havadan solunarak alındığında ise kana geçerek septisemi yapar. Mide bağırsak kanalından geçerek alınmışsa hayvanlarda görülene benzer bir hastalık tablosu ortaya çıkar.
Bakterilerin insan vücudu dışında yaşama güçleri değişiktir, örneğin frengi ve belsoğukluğuna yol açan bakteriler, vücudun dışındaki” ortam koşullarında pek dayanamadıklarından ancak cinsel birleşme yoluyle insandan insana aktarılabilirler. Bazı bakteriler insan vücudu dışında günlerce, hatta haftalarca yaşayabildiklerinden hastalık etkeni olmak açısından ayrı bir önem kazanırlar, örneğin verem basili doğrudan doğruya güneş ışığına maruz kalmazsa, insan vücudu dışında haftalarca yaşayabilir ve yeterli sayıda solunursa insanları hasta edebilir. Clostridium cinsinden bakteriler, sporları sa’yesinde uzun yıllar dış ortam koşullarında yaşayabilirler. Bunlar elverişli ortamda gazlı kangrene (Clostridium welchii) ya da tetanosa (Clostridium tetani) yol açarlar. Bakterinin yayılma ve olumsuz etkiye yol açma gücü de önemli bir etkendir. Tıp dilinde virülans olarak adlandırılan bu nitelik,, hastalığın yaygınlığı ve ağır ya da hafif geçmesi üzerinde de etken olur.
Vücudun savunması
İnsanoğlunun bakterilerin saldırıları karşısında dur- imasını sağlayan korunma yolları vardır. Hastalığa özgü bağışıklık cisimlerinden başka, belirli bir mikroba karşı oluşmadığı halde, bu tür saldırılarda direnç sağlayan başka korunma faktörleri de vardır. Hastanın yaşının önemi büyüktür; bakteriler daha çok bebekleri ve yaşlıları sarsan hastalıklara yol açarlar. Şekerli diyabet hastalığı, verem mikrobuna karşı savaşma gücünü azaltır. Aynı gerçek birçok deri hastalıkları için de geçerilidr.
İnsan vücudunda enfeksiyonu kısıtlayan fiziksel engeller de vardır. Deri ve mukoza zarlar bu engellerden birincisini meydana getirirler. Vücudun içinde bu konuda daha uzmanlaşmış korunma mekanizmaları bulunur, örneğin solunum yollarındaki titrek tüylü hücreler ve midedeki asitlik, bakteri yayılmasını engellerler; kan ve diğer dokularda bakteriler fagosit adını alan hücreler tarafından eritilirler. Dölyolunda bulunan Lactobacilli zararsız mikroplardır; bunlar birçok zararlı bakterinin gelişimini olanaksız kılan asit bir ortam yaratırlar.
Erkeklerin enfeksiyona karşı direnci kadınlarınkinden azdır. Ancak, boğmaca ve karaciğer yangısı gibi hastalıklara erkeklerin daha dirençli oldukları saptanmıştır.
Toplum savunması
Hastalıktan korunmak, hastalık oluştuktan sonra tedavi için çaba göstermekten hem daha kolay, hem daha ucuzdur, İçme sularının klorlanması sonucu tifonun kontrol altına alınması bu gerçeği doğrulayan güzel bir örnektir. Bir hastalığın önlenmesi için alınabilecek bu tür tedbirler, kişilerin sağlık kurallarına uymaları yoluyle sağlanılan korunma olanaklarından daha etken olmaktadır. Basilli dizanteri pis ellerle bulaşıp yayılan bir hastalıktır. Bu hastalığın bugün bile çeşitli ülkelerde yaygın olarak bulunması, birçok insanın sağlık ve temizlik kurallarına yeterince önem vermediğini ortaya koymaktadır. Bir kimsenin bulaşıcı bir hastalık nedeniyle diğer insanlardan ayrı tutulması daima olumlu sonuç vermemektedir. Çünkü, örneğin boğmaca gibi birçok hastalık daha belirtilerin ortaya çıkmadığı erken dönemde bulaşmaktadır. Hastalığın yayılmasını engelleyen bir yol da, hastaların bakterileri etkileyen ilâçlarla tedavi edilmesidir. Bu şekilde bakteriler öldürülmekte, yayılmaları önlenmektedir. Bu amaçla yaygın olarak kullanılan ilâçların başında sülfamitler yer alır. Sülfamitler birçok hastalıkla savaşma olanağını sağlamışlardır.
Sülfamitlerin bulunuşundan birkaç yıl sonra bakterilere karşı daha etken olan bazı maddeler keşfedildi. Antibiyotikler olarak anılan bu maddelerin ilkini meydana getiren penisilin, Alexander Fleming tarafından bulundu. Bu madde sülfamitlere iki yönden üstündür, ilkin insan vücuduna karşı zehirli etkisi yoktur, sonra sülfamitlerin bakterilerin sadece gelişimini engellemesine karşılık, penisilin bakterileri öldürür. Bakteriler bu ilâçlara karşı uyum ya da kalıtımsal etkenlerin değişinimi sonucu direnç kazanabilirler. Bu değişinimler sonucunda birçok antibiyotik, zamanla belirli bakterilerin yol açtıkları enfeksiyonlarda eskisi kadar olumlu sonuç sağlayamamaktadır.
Antibiyotiklerin keşfinden sonra, hastane enfeksiyonlarına yol açar, bakterilerin çoğunda değişiklikler görülmüştür. Eskiden doğum sonrası enfeksiyonlarının önemli bir etkeni olan Streptococcus pyogenes ve yara enfeksiyonlarının etkeni Staphylococcus aureus bugün çok azalmışlardır. Buna karşılık Pseudomonas pyocyanea ve benzeri organizmalar da gittikçe çoğalmakta ve daha tehlikeli olmaktadırlar. Pseudomonas pyocyanea genellikle çürükçül bir bakteri olduğu halde, normal sıcaklıklarda ve rutubetli bir ortamda canlı dokularda da üreyerek, çeşitli nedenlerle direnci azalmış olan hastaların yaralarında yerleşip zararlar verir. Bu bakteriyi etkileyebilen antibiyotiklerin sayısı azdır, özellikle, bağışıklık cisimlerinin baskı altına alınması için çeşitli ilâçlar verilen hastalarla lösemili hastalar bu mikroba karşı zayıftırlar.
Fazla ilâç verilmesi
Antibiyotiklerin gereğinden fazla ve yersiz olarak kullanılması çeşitli olumsuz sonuçlara yol açmaktadır. Hastalara, sadece şikâyet ve belirtilerine bakıp antibiyotik verilmesi hatalı bir davranıştır. Bu koşullarda kullanılan antibiyotikler, fayda yerine zarara yol açabilirler. Çoauklarda görülen gastro enteritlerde hastalığın etkeni olan Eschericchia coli için antibiyotik kullanılması hastaya yarar değil zarar sağlamakta, hastalığın belirtilerinin daha uzun süre devamına yol açmaktadır.
Antibiyotiklerin, gereksiz bir şekilde kullanılmasının engellenmesi, antibiyotiklerin gerektiğinde bakterilere karşı daha etkili olmasını sağlamak açısından gereklidir.
Selam herkese siteniz inanılmaz çok hoşuma gitti, sağolun