Bel soğukluğu Nedir – Bel soğukluğu Nasıl Bulaşır
Belsoğukluğu oldukça yakın bir geçmişe kadar kesin tedavisi olmayan bir hastalıktı, ilkin sülfamitlerin, daha sonra da antibiyotiklerin keşfi, belsoğukluğunun kolaylıkla tedavi edilebilmesini sağlamıştır. Bu yazıda, günümüzde de çeşitli ülkelerde oldukça yaygın olan belsoğukluğunun yaygın belirtileri ve başlıca tedavi yolları İncelenmektedir.
Belsoğukluğu çok yaygın bir hastalıktır. Bu hastalığa tutulanların sayısını kesinlikle saptamak zordur; çünkü cinsel birleşmeyle bulaşan hastalıkların ilgili yerlere bildirilmesi zorunluluğu, henüz bütün ülkelerde yürürlükte değildir. Kaldı ki zorunluluğun kanunlarla kabul edildiği yerlerde bile, hükmün eksiksiz uygulandığı ileri sürülemez. Ingiltere’ de 1970’te polikliniklerde tedavi edilen hastaların sayısı, 1954’te aynı hastanelerde tedavi edilmiş olanların sayısının üç katıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl bir milyon kişinin bu hastalığa yakalandığı ve örneğin Kaliforniya’da yıllık çoğalma oranının yüzde yirmi beşi bulduğu bilinmektedir. Bu artışın nedenleri çeşitlidir. Nüfusun cinsel açıdan en etkin bölümünü oluşturan gençlerin, son yıllarda alışılmış sınır ve kalıpları zorlayarak yeni davranışlara yönelmeleri bu hastalığın yaygınlaşmasında etkin olmuştur, öte yandan yine bu süre içinde, belsoğukluğu mikrobu, penisilin, streptomisin ve benzeri antibiyotiklere karşı direnç kazanmıştır.
Hassas fakat tehlikeli
Belsoğukluğunun tarihi tartışma konusudur. Bu hastalığın eski çağlardan beri var olduğu, İncilde, Galenus ve Hipokrates’in yazılarında bu hastalıktan bahsedildiği ileri sürülmektedir. Buna karşılık bazı araştırıcılar ise, XV. yüzyıldan önce yazılmış belgelerde belsoğukluğu hastalığının kesin tanımlamasına raslanmadığını savunmaktadırlar. 1536’dan sonra, belsoğukluğu ile frengi hastalıkları birbirine karıştırılmış ve aynı hastalığın değişik türleri olarak nitelendirilmiştir. John Hunter adlı bir hekimin, belsoğukluğu sonucu oluşmuş bir apseden aldığı lirini kendisine şırınga ettikten sonra şırınganın yapıldığı yerde bir frengi yarasının oluşması, bu konuda karışıklığa yol açmıştır. Ancak 1837’de Fransız hekimi Ricord, belsoğukluğunun frengi ile ilgisi olmayan, bambaşka bir hastalık olduğunu saptamıştır. Bu hastalığın etkeni 1879’da Neisser tarafından bulunmuştur.
Neisseria gonorrhoeae adı ile anılan bu gonokok, ince yapılı bir mikroptur. Birçok antiseptik, hatta seyreltik eriyikler bile bu mikrobu öldürebilir. Vücut dışında pek az yaşar; çünkü bulunduğu ortamın nemli olması gereklidir. Bu niteliği mikrobun bulaştığı yatak çarşaflarından, havlulardan ve tuvalet kapaklarından yayılmasını önler.
Mikrop erişkinlerde ancak erkek ya da kadın bir hasta ya da taşıyıcı ile yapılan cinsel birleşmeyle bulaşır. Bulaşmanın cinsel ilişki dışında başka yollardan da gerçekleşebileceğini ileri sürenler de vardır. örneğin erişkin olmayan kız çocuklarına, birlikte yattıkları hasta annelerinden ya da kız kardeşlerinden bu hastalığın geçebileceği ileri sürülür. Bebeğin de doğum sırasında, annesinin dölyatağından geçerken bu mikropla bulaşacağı ve gözlerinde konjonktivit meydana geleceği bilinir. Konjonktivit, erişkin kimselerde yıkanmamış ellerle gözlerin oğuşturulması sonucu oluşabilir.
Zararı var mıdır?
Genokok insan vücuduna, üretim ve boşaltım sistemlerinin bir açıklığından girer. Bu giriş noktası erkeklerde genellikle sidik borusu, kadınlardaysa, sidik borusu ve tıp dilinde serviks ya da kollum olarak anılan dölyatağı ağzıdır. Mikrop, önce giriş noktasında koyu kıvamlı bir irinin oluşumuna yol açar. Yangı bu yerde kalabilir, ya da giriş noktasının devamı olan kanallar boyunca yayılıp erkeklerde prostata, kcdınlarda Fallop boruları adiyle anılan dölyatağı borularına ulaşır.
Bu mikrobun kan yoluyle vücudun diğer alanlarına yayılmasına çok az rastlanır; belsoğukluğu artriti diye anılan eklem yangısı’ bu şekilde oluşur.
Mikrop en çok ince duvarlı organlara zarar verir, örneğin ince ve duvarını kaplayan örtücü epitel hücrelerinin sayısı az olan çocuk dölyolları, bu mikrop tarafından kolayca işgal edilebilir. Buna karşılık erişkin kadının dölyolu gibi kalın tabakalı organlara giremez.
insan vücudunda bu mikroba karşı biraz direnç oluşsa bile, bu direnç hiç bir zaman yeniden bulaşma sırasında tam başarı sağlayacak durumda olamaz. Bu mikroba karşı aşı geliştirilmeye uğraşılmışsa da başarı sağlanamamıştır. Halen bazı kimselerde sık sık belsoğukluğu görülür.
Belsoğukluğunda kuluçka devri genellikle 2 ile 5 gün arasında değişir. Ancak 14 güne dek uzayabilir. Erkekte hastalığın ilk belirtisi dizüri (sancılı işeme) dir. Sancı az ya da çok olabilir. Zamanla penisten bir akıntı başlar ve yangı üretim organlarının öbür bölümlerine yayılabilir.
Kadında boşaltım ve üretim kanallarının dışa açılışları ayrı ayrı olduğundan, bu hastalık tek başına üretim ya da tek başına boşaltım kanalına yerleşebileceği gibi, her ikisinde de birlikte görülebilir. Kadında da boşaltım kanalı ağzında yangı ve daha az olarak dölyolu akıntısı görülür. Bazen kalın bağırsakta da yangı oluşabilir.
Mikrobun kadın ve erkeklerdeki etkileri arasındaki en önemli farklardan biri, kadınlarda belsoğukluğu mikrobunun, yaklaşık olarak hastaların yüzde ellisinde belirtilere yol açmamasıdır. Belirtiye yol açmadığı vakit hastalığın farkında olmayan kadınlar, tedavi yöntemi uygulamazlar ve durum anlaşılıncaya kadar birçok erkeğin hastalığa yakalanmasına yol açabilirler. Sancılı işeme ya da dölyolu akıntısı, başka nedenlerden de ileri gelebilir. Bu belirtiler hastayı muayene eden hekimi bile yanıltabilir.
Gerek kadında gerekse erkekte kesin teshise ancak bakteriyoloji incelemeleri sonucu ulaşılabilir.
Erkekte sidik yolundan, kadında hem sidik yolundan hem de dölyatağı ağzından akıntı alınır. Erkekten alınan akıntının bir cam üstünde yayılıp gerekli şekilde boyandıktan sonra, mikroskopla incelenmesi yeterilidir. Ancak bu inceleme yöntemi kadınlarda yetersiz olabilir; mikrobun varlığının saptanması için birkaç inceleme yapılması ya da başka yollara başvurulması gerekebilir.
Hastalığa yakalandıklarını bilmeyen kadınlar hekime başvurmayacaklarından bakteriler çoğalıp komşu dokulara yayılma fırsatını bulurlar. Böylece, erken devrede alınan tedbirlerle çabuk bir şekilde ortadan kaldırılabilecek hastalık, aradan bir süre geçtikten ve zararlara yol açtıktan sonra önlenir; bazer de tam anlamıyle önlenemez. Bu hastalığın kadında yol açtığı en önemli zararlardan biri salpingitis (Fallop boruları yangısı) dir.
Karşı hücum
Otuz yıl kadar önce bulunan sulfamitlerden önce bu hastalığın tedavisinde kullanılabilecek etkili bir ilâç yoktu. Çeşitli antiseptik maddelerin uygulanması
ile yetinilirdi. Kadınlar, bu antiseptikleri içeren eriyiklerin içine oturur, dölyolu lavajı yaparlar, erkekler de penisleri içindeki sidik yolu kanalına şırıngalarla bu antiseptikleri iletirlerdi. 1900’de ünlü Fransız hekimi Janet, sidik yolunun bol miktarda sıvı ile lavajına dayanan tedavi yöntemini geliştirdi. Hafif ılıklaştırılmış olan eriyik, bir tüpe bağlı kaptan, yerçekimi etkisiyle yavaşça sidik yoluna akıyor, oradan da dışarı taşıyordu. Kullanılan çeşitli antiseptikler içinde en ünlüsü Condy’nin sıvısı olarak anılan 1:8.000 oranında seyretilmiş potasyum permanganat eriyiği idi. Akıntının kesinlikle giderilmesi için, günde bir iki kez bu ağrılı işlemlere başvurulur ve tedavi haftalarca sürerdi.
1935’te ilk sulfamidin bulunması, bu ilâcın belso- ğukluğu hastalığında uygulanmasına ve olumlu sonuç alınmasına yol açtı. İki yıl sonra, sulfapiridin adlı sülfamidin elde edilip belsoğukluğu hastalığında uygulanması tedavide devrim yarattı. Sulfa- piridinin, iki hafta süre ile uygulanması, yüzde doksanında her iki cinste hastalığı iyileştiriyordu. Ancak 1943’e gelindiğinde, bu başarı oranının, geçen süre içinde mikroplarda ilâca karşı direnç gelişmesi sonucu, yüzde elliye düştüğü görüldü. Aynı yıl penisilinin keşfedilmesi bu olumsuz gelişimi dengeledi. Başlangıçta 10-12 saat ara ile yapılan dört beş penisilin iğnesi, hastaların yüzde yüzünde iyileşmeye yol açıyor, akıntı 24-48 saat içinde gideriliyordu. 1947’de uzun etkili penisilin bileşikleri geliştirildi ve bunların bir şırıngasının kesin tedavi sağladığı görüldü.
Bu devrede, belsoğukluğunun tedavisi için 300 000 ünite penisilinin bir defada verilmesi yeterli sayılıyordu. Bu amaçla, PAM diye adlandırılan ve alüminyum monostrearat katılmış yağlı bir ortamda bulunan, prokainli bir penisilin eriyiği kullanılıyordu. 1958’de penisilin uygulanmasının sonucunda olumlu sonuç alınamayan vakaların oranı yükselmeye başladı ve laboratuvar incelemeleri penisiline dirençli olan gonokok mikroplarının sayısının çoğaldığını gösterdi. 1971’de çeşitli ülkelerde yapılan laboratuvar deneyleri, bu direnç oranının yüzde seksene ulaştığını gösterdi. Bu arada mikropların sayısının arttığı saptandı.
Bugün en iyi tedavi yönteminin ne olduğu konusundaki düşünceler çok değişiktir. Bazılarına göre yeni antibiyotiklere ve yeniden ilgi gören sulfamit bileşiklerine rağmen, yine de en etkin ilâç penisilindir. Ancak, hangi tür penisilinin hangi dozda ve ne kadar bir süre için kullanılacağı tartışma konusudur.
Bu tür tedavilerin uygulandığı polikliniklere gelen hastaların devamsızlık oranı yüksek olduğundan, tek bir şırınga ile giderilebilirle olanağı sağlayan ilâçlar daha çok ilgi görmektedir. Bu tür bir tedavi, hastaların yüzde seksen beşinde iyileşme sağlamaktadır. Ancak ilerlemiş vakalarda görülen ve kadında salpingitis (Fallop boruları yangısı), erkekte epididimit (meni yolları yangısı) gibi hastalıklara yol açan durumlar çok uzun süre tedaviyi gerektirmektedir.
Genellikle gerekli tedavi bittikten sonra, hastadan üç ay süreyle, belirli zamanlarda gelip denetleme muayeneleri yaptırması istenir. Erkekte tedavinin başarısını yansıtan bulgular şunlardır: Sidik yolu akıntısı kaybolur ve sidikte yangı hücreleri olan lökositler ve mikrop görülmez. Kadında ise bu sonucun bir defa değil, çeşitli muayenelerde tekrar tekrar elde edilmesi kesin tedaviyi gösterir.
Her belsoğukluğu vakasında, hastaya bu mikrobu bulaştıran kimsenin saptanmasına, ondan da öbür bulaştırma kaynaklarının öğrenilerek bu kimselerin tedavi edilmelerine çalışılır. Hatırlanması gereken önemli bir nokta da belsoğukluğu mikrobunun kuluçka devrinde bile bulaşabileceğidir İstatistikler bir kimsede henüz kuluçka devrinde olan mikropla bulaşan insanların sayısının oldukça yüksek olduğunu doğrulamaktadır.
Son yıllarda elde edilen bazı istatistik bulguları, belsoğukluğunun daha çok 16-17 yaşlarındaki gençler arasında yayıldığını ortaya koymuştur. Hastalık bu yaştaki gençlerde artarken 24 yaşından büyüklerde gittikçe azalmaktadır.